İnşaata Dayalı Sürdürülebilir Büyüme Mümkün mü?

İnşaat Nedir?

Tarihin başlangıcına baktığımız zamanda, avcı ve toplayıcı toplumların göçebe yaşantılarını bırakarak yerleşik hayata geçmeleriyle birlikte doğan barınma ihtiyaçlarıyla beraber inşa etme serüveninin başladığını söyleyebiliriz.

Arapça kökenli olan inşaatın neşet kelimesiyle kökenleri birdir. Neşet kelimesi aslında bir yerden başlayan temel, doğmak, kaynak olmak anlamlarını taşırken inşaat kelimesi bu kavramların yapı halini, somut halini belirtir. Daha net bir ifadeyle inşaat, birçok işin aynı anda yürütüldüğü, insan ihtiyaçlarına uygun olarak gerçekleştirilen, üretime dayalı her türlü yapının (bina, altyapı, endüstriyel sanayi vb.), donanımsal tüm özellikleriyle birlikte (elektrik, su, sıhhi tesisat, ısıtma, havalandırma vs.) inşa edilme sürecini kapsar.

Ekonomik Büyüme Nedir?

Ekonomik büyüme ise üretilen mal ve hizmetlerin miktarında meydana gelen artıştır. Fakat burada önemli olan bir nokta dikkat edilmesi gereken tek şeyin üretim miktarı değil, üretilen mal ve hizmetlerin fiyatlarındaki değişim oranıdır. Yalnızca üretilen mal ve hizmet miktarının arttığı, fiyatların değişmediği bir ekonomide hem nominal hem de reel ekonomik büyüme gerçekleşirken; üretim miktarları ve fiyatların aynı anda arttığı bir ekonomide yalnızca nominal ekonomik büyümeyi görebiliriz. Reel büyümeyi hesaplamak için ise bir önceki yılın fiyatlarıyla bir hesaplama yapılması gerekmektedir. Bize gerçek büyümeyi gösteren nominal büyüme değil reel büyümedir. Reel büyüme ise GSYİH (Gayri Safi Yurt İçi Hasıla) değerleriyle belirlenmektedir.

İnşaat Sektörü-Büyüme İlişkisi

Kamu ve özel teşebbüs eliyle yürütülen inşaat sektörü büyümeye sağladığı katkılar ve yarattığı istihdam olanakları nedeniyle son yıllarda, özellikle de 15 yıl içerisinde ülkemizde büyük önem teşkil etmektedir. İnşaat; tüketim, borç ve kaynak bağımlılığına bağlı gerçekleşen büyümeyi hem tetikleyen hem de bunlardan kendisine pay çıkartan bir sektördür. İnşaat sektörü içerisindeki en büyük pay konut sektöründe olsa da yalnızca onunla sınırlı değil; içerisinde havayolu, karayolu, demiryolu, liman, baraj, elektrik santralleri, ticari yapı vb. de bulunmaktadır. Tüm bunların alt yapısını inşaat sektörü oluşturmaktadır. Sektör bir yandan mal ve hizmetlerin üretimi için alt yapı sağlarken bir yandan da mal ve hizmetlerin üretiminde girdi olarak kullanılabilmektedir.

Sektörde gerekli olan iş gücü nedeniyle bir yandan istihdama fayda sağlarken, milli gelir içerisindeki payı ile de ekonomik büyümeye ve sosyoekonomik refah düzeyine katkı sağlar. Bu katkılarından dolayı inşaat sektörünün özellikle ülkemiz gibi gelişmekte olan ülkeler başta olmak üzere, ülkeler açısından ekonomik büyümelerinde önemli bir payı bulunmaktadır.

İnşaat sektöründen elde edilen yol, baraj, liman, fabrika, okul, hastane gibi nihai çıktılar önemli ölçüde diğer sektörlerde yapılan yatırım harcamaları tarafından belirlendikleri için yatırım malı olarak değerlendirilirler.  Yapılan bu ürünler yalnızca kendi işlevlerini yerine getirmez; diğer mal ve hizmetlerin üretilmesinde ve işlevlerini yerine getirebilmelerine de katkı sağlamaktadırlar. Sektörün bu denli birçok özelliği içinde barındırması sebebiyle ekonomilerinde daralma yaşayan ülkeler öncelikle inşaat sektöründe yatırım harcamalarını arttırarak canlanmalarını arttırmayı amaçlarlar.

1961 yılında, gelişmiş ekonomilere yetişebilmesi adına Türkiye için imalat sanayinde bir kalkınma modeli seçilmişti. Üretimde kullanılacak makine, alet ve teçhizatı ithal edip ithal ürünlerle üretim yapmak yerine ürünleri yurt içerisinde üreterek büyüme hedefi gerçekleştirilecekti. Günümüzde inşaata “kalkınmanın lokomotifi” denildiği gibi, o yıllarda da doğru büyüme kararındaki imalat sanayi için de “kalkınmanın lokomotifi” başlığı kullanılıyordu.

1980li yıllara gelindiğinde dünyada egemen olmaya başlayan sektöre Türkiye de katıldı. Çünkü daha az yatırım gerektiriyor, çağın gerekliliklerine daha kolay adapte olabiliyor, kısa zamanda sonuç veriyor ve de hedeflenen büyümeye daha çabuk ulaşılmasını sağlıyordu. İlk bakışta, inşaat sektöründe kullanılacak ürünlerin daha çok üretim sağlayacağı düşünülüyordu. Çünkü bir inşaatta kullanılması gereken girdi miktarının daha çok olacağı sanılıyordu ve bu ihtiyaçların üretimle giderileceği düşünülüyordu. Bu nedenle aslında üretimin temel ihtiyaçlarını sağlayarak uzun vadede daha çok ekonomik getiri sağlayacak imalat sanayiden uzaklaşılıyordu. Bu şekilde kısa yoldan büyüme sağlanmış olacaktı. Fakat yönelinen sektör ülkede yeni yaygınlaştığı için vatandaşların bu üretime talep gösterebilmeleri için devlet tarafından teşviklerin sağlanması veya destek verilmesi gerekiyordu. Bu nedenle de o tarihlerde Toplu Konut İdaresi kuruldu.

Bu makale ilginizi çekebilir:   Kayıt Dışı Ekonominin Nedenleri ve Mücadele Önerileri

İnşaat sektörüne dayalı değil de imalat sanayisine dayalı bir ekonomik büyüme modeli uygulansaydı, yapılan her bir üretim farklı bir mal ve hizmet üretiminin temelini oluşturarak bir zincir oluşmasını sağlayacak ve bu zincirleme etki de ilk üretimden itibaren ekonomik büyümeye uzun vadede çok seferlik katkı sağlayacaktı. Ancak tercih edilen inşaat sektöründe ise durum tam tersidir. Yani ekonomiye katkı yalnızca ilk üretimde gerçekleşir, sonrasında katkısı çok az görülür.

Uygulanmaya başlanan ekonomik büyüme modeliyle beraber Türkiye hızlı bir büyüme gerçekleştirmeye başlamıştı. Yabancı fonlar ülkeye giriyor, TL’nin değeri yüksek kalabiliyor, paranın değeri enflasyon ve faizlerin düşüşünü sağlıyordu. Bir yandan da bankalar kolayca ve ucuz bir şekilde verdikleri konut kredileriyle talebi arttırıyorlardı. Tüm bunlar yaşanırken aniden meydana gelen küresel kriz ülke içerisinde yaşanan tüm bu olumlu gelişmeleri bir anda tersine çevirdi. Krizin temel nedenlerinden birisi olarak da gelişmiş ülkelerdeki konut fazlalığı olarak gösteriliyordu.

Ekonominin belkemiği olan inşaat sektörünün ekonomideki dalgalanmalara karşı duyarlılığı çok fazladır. Krizden etkilenen ilk sektör olmasına karşın, krizden en son kurtulan, toparlanabilen sektör de inşaat sektörüdür. Bu nedenledir ki hükümetler inşaat sektörünü ekonomik dalgalanmalarını rayına oturtabilmek için bir köprü olarak kullanırlar. Ekonomide büyüme yaşanırken inşaat sektörüne olan yatırımları azaltırken, eğer ekonomide bir daralma yaşanıyorsa canlandırabilmek için inşaat sektörüne yönelik yatırımlar arttırılıyor. Talepte azalış yönlü meydana gelen değişiklikler veya üretimdeki devamlılığın sekteye uğraması üreticilerin sermayelerini likit olarak tutmalarına neden olacak ve yatırımlardan uzaklaştıracaktır. Bu da inşaat sektörünün ana malzemelerini üreten imalat firmalarının çalışmalarının yavaşlamasına neden olacak ve bunun sonucunda istihdam olumsuz etkilenirken ekonomide küçülmeler yaşanacaktır.

Ülkemizde öncesinde 2001 kriziyle daralma yaşayan inşaat sektörü, 7 yıl sonra 2008 küresel kriziyle de bir darbe almıştır. GSYİH içerisindeki payı %5,9 olan inşaat sektörünün payı %5,2’ye gerilemiştir. Yaşanan bu gelişmeler gelecek yıl için de kişilere kriz beklentisinin yaşanacağını düşündürmüştür ve bu nedenle 2009 yılında inşaat sektörü %16,1 oranında bir küçülme yaşamıştır. Rakamlara baktığımızda 2010 yılında ise ekonominin ve dolayısıyla da inşaat sektörünün yavaş yavaş toparlandığını söylemek mümkündür. Bu nedenle inşaat sanayi de tekrardan hızlı bir şekilde üretim gerçekleştirmeye başlamıştır ve %17,5’lik bir artış yaşanmıştır. 2010 yılında GSYİH %8,9 artmış ve inşaat sektörü de %17,1 seviyelerinde gerçekleşmiştir. Yaşanan tüm bu gelişmeler inşaat sektörü ile ekonomi arasındaki güçlü ilişkiyi gözler önüne sermektedir.

2018 yılının ilk çeyreğinde %7,26 ve ikinci çeyreğinde ise yukarıda bahsedildiği gibi %5,21 büyüme gerçekleşti. Böylelikle yılın ilk yarısında Türkiye %6,18’lik bir büyüme elde etti. Sektörel dağılımlar incelendiğinde %9,14’lük büyüme hizmet sektöründe, %8,39’luk büyüme inşaat sektöründe, %7,78lik büyüme tüketimde, %6,60’lık bir oran üretim sektöründe, %5,76’lık büyüme yatırım sektöründe gerçekleşirken bizim için asıl önemli olan makine-teçhizat yatırımları ikinci çeyrekte yalnızca 0,55lik bir artış göstererek yılın ilk yarısında %3,24 gibi çok az bir oranda büyüme gösterdi.

Turizm sektörünün de katkısıyla hizmet sektörünün büyümede daha çok katkısı olduğu gözükse de son dört yıl incelendiğinde asıl büyüme %34,29 ile inşaat sektöründen sağlanıyor.

Aslında istihdam ve toplumsal refahın oluşmasının istenildiği sektör, büyümeye sürekli katkı sağlayacak sektör olan makine ve teçhizat sektörüdür. Gerçekleşen büyüme ise inşaat sektörü yatırımlarına dayanıyor. İnşaat sektörü ekonominin üretim kapasitesini arttırma konusunda makine ve teçhizat yatırımlarından daha zayıftır. Bu nedenle, inşaat sektörü yatırımlarının makine ve teçhizat yatırımlarından fazla olması, gelecekte ülkenin ekonomik büyümesi üzerindeki etkisinin zayıf olmasına sebep olacaktır. Örnek verecek olursak; makine ve teçhizat yatırımları ile kurulan bir fabrika sürekli olarak bir istihdam ve katma değer yaratılmasını sağlarken, inşaat yatırımı bittiğinde istihdam ve katma değer çok sınırlı kalacaktır. İnşa edilen bir binanın sonrasında istihdamında birkaç güvenlik ve temizlikçi bulunurken, yapılan fabrikada istihdam edilen kişi sayısı çok daha fazla olmaya devam edecektir. Aynı zamanda fabrika ihracata da katkı sağlayabilirken, inşaat sektöründe bu söz konusu değildir. Yani özetlersek, aslında inşaat sektörü kısa süreli istihdama fayda sağlarken uzun vadede ekonomide bu yönde çok fazla bir katkısı bulunmamaktadır.

Bu makale ilginizi çekebilir:   Atilla Yeşilada'dan Dolar - Borsa - Mevduat ve Tahvil Analizi

İnşaat Sektörünün Olumlu Yanları

  • Deneyimli teknik eleman,
  • Teknolojik bilgi birikimi,
  • Farklı gelir gruplarına yönelik projelerin ortaya çıkartılması,
  • Katma değerin tamamının yerli üretim olması,
  • Büyüyen ekonomiyle beraber yükselen gayrimenkul talebi,
  • Kentsel dönüşüm ve yenilemenin talebe dönüştürülebilmesi,
  • Girişimciliğin yoğun olması

İnşaat Sektörünün Olumsuz Yanları

  • Uygun arsa bulma sıkıntısı,
  • Kalifiye inşaat işçisi sayısının yetersizliği,
  • Yurtdışı müteahhitlik sektörüne verilen teşviklerin azlığı,
  • Kayıt dışı olması,
  • Sigorta mekanizmasındaki zayıflıklar,
  • Kamu yatırımlarına aşırı duyarlılık,
  • Taahhüt sürelerinin kısalması

2008 Krizi ve Sonrası

Şimdi de bu sektörel durumun diğer ülkeler açısından nasıl gelişme seyrettiğine bakalım. 2009 yılına gittiğimizde, bahsedeceğimiz şehir, Birleşik Arap Emirlikleri’nde yer alan Dubai. Dubai diğer Körfez ülkelerinin aksine ana gelirlerini petrol ve doğalgazdan değil de emlak, finans ve turizmden elde ediyor. ABD’de 2008 yılının son aylarında ortaya çıkan ekonomik krizle baş edebilmek için yatırımcılar Körfez Bölgesi’ne yönelmişlerdi. Fakat burada da Batı’dan farklı bir manzarayla karşılaşmadılar. Ekonomik krizin Dubai ekonomisine büyük ölçüde zarar vermesi, işsizliğin artmasına neden oldu. Dubai’de çalışan, yüklü borcu bulunan yabancı uyruklu kişiler vize süreleri dolmadan borçlarını ödeyebilecekleri bir iş arama sürecine girdiler. Borçlarını ödeyemezlerse hapis cezası tehdidiyle karşı karşıyaydılar. Aynı zamanda o yıllarda tecrübeli bir mühendisin ücreti en az 15 bin dirhem olmalıyken, kriz sebebiyle ücretlerde meydana gelen düşüşle beraber yalnızca 8 bin dirhem yani 2 bin dolar ödenebildi. Bu dönem içerisinde;

  • Harcamalar azaldı,
  • Emlak talebinde ciddi daralmalar yaşandı ve bu daralmalar sonucunda inşaat projeleri ertelendi veya iptal edildi,
  • Lüks otomobiller çok daha düşük fiyatlarla satışa çıkarıldı,
  • Caddelerde daha önce trafik sıkışıklığı yaşanırken artık caddeler boş bir hal aldı,
  • Ülkenin itibarına ve ekonomisine zarar verecek haberlerin yapılmaması için medyaya 272 bin dolara kadar varan cezalarla yayın yasağı uygulandı,
  • Her gün 1500 vize iptal edildi.

O dönemde yaşanan durumlar güvenilirliği azaltarak ekonomik faaliyetlerin daralmasına sebep oldu. Bu nedenlerle de Dubai, Ortadoğu’nun süper gücü olarak adlandırılırken, yabancı sermaye ve inşaat projelerine dayalı büyüme modelinin global krizle son bulmasıyla Dubai artık hayalet kasaba olarak adlandırılmaya başlandı.

İspanya’yı ise birkaç farklı yılda inceleyeceğiz. 2010 İspanya’sında ekonomik krizin etkileri zamanla daha çok hissedilmeye başlandı. Bu nedenle ülke ekonomisinin ayakta kalabilmesi için kamu borçları hat safhada olan ülke, halk memnun olmasa da sıkı tasarruf önlemleri aldı. O dönemde İspanya, %20lik bir işsizlik oranıyla Avrupa’daki en yüksek işsizlik oranına sahip olan ülkeydi. Borçların artışının temel nedeni işsizlikti ve bu da güvenilirlik problemini meydana getirmişti. Avrupa’nın ortak para birimi kullanması durumu çok daha kötüye sürükledi. Küresel krizden en çok etkilenen sektör 1990’ların sonu 2000’lerin başında patlayan inşaat sektörüydü. Konut fiyatları sürekli artıyordu ve 2010 yılına gelindiğinde ise müteahhitlerin parasının azalması ve bankaların kredi vermemesi nedeniyle konutlar boş kalmıştı. Gündemde olan asıl konu ise borç kriziydi. AB, bu krizin Euro para biriminin çökmesine neden olabilmesine karşın önlem olabilmesi adına 1 trilyon dolar kredi garanti paketi hazırladı. Karşılığında ise hükümetlerin kamu harcamalarını kısmalarını istedi. Sosyal devlet anlayışının sürdürülebilmesi için ise Avrupa’daki ülkelerin başka ülkelerle rekabete çabuk uyum sağlaması gerektiği görüşü hüküm sürmüştü.

2012 İspanya’sında ise durum aynı şekilde devam ediyor ve işsizlik artıyordu. Konut kredilerini ödeyemeyenlerin evleri ellerinden alınıyor, yeni konut satışı gerçekleşmiyordu. Çünkü fiyatlar çok pahalıydı ve ekonomide kriz vardı. Dolayısıyla kentler de hayalet konutlarla anılıyordu. O yıllarda ortalama 160 kişi kredi borcunu ödeyemediği için evlerinden çıkartılmıştı. O dönemde iflasın eşiğinde olan Yunanistan’ın avro bölgesinden çıkarılması konuşmaları yapılıyordu ve aynı zamanda İspanya da bu konuşmalara dahil edilir gibiydi. Fakat İspanya’nın Euro Bölgesi’nin en büyük 4. ekonomisi, dünyanın en büyük 13. ekonomisi ve AB’nin en büyük 5. ekonomisi olması nedeniyle ülkenin avrodan vazgeçmesi aslında ortak para biriminin sonu olacağını gösteriyordu. İspanya’nın 2007-2012 yılları arasında dünyanın en büyük 8. ekonomisi sıralamasından 13. Sıraya gerilemesinin temel sebebi inşaat sektöründeki doyumsuzluktur. 1997-2006 yılları arasında İspanyada yapılan konut sayısı Fransa, Almanya ve İngiltere’de yapılan toplam konut sayısından fazla olmuştur.

İspanya’da 2012 yılının ilk üç ayında, geçen yılın aynı aylarına oranla konut fiyatlarında ortalama %12,6 düşüş yaşandı. Bu düşüş İspanya tarihindeki en büyük düşüş olarak adlandırıldı. Bunun sebepleri ise;

  • Son yıllarda yaşanan ekonomik kriz,
  • Kişilerin işlerini kaybetme korkusu,
  • Bankalardaki kredi eksikliği, olarak gösterilebilir.
Bu makale ilginizi çekebilir:   Kriz Zamanı Hangi Hisseler Değer Kazanabilir? |2023

Fiyatlarda 2008-2012 döneminde %30’dan fazla düşüş yaşandı. Bankalar ellerinde bulunan konutları satabilmek için önceden istedikleri ücretleri nerdeyse 4’te 1 oranında azalttı. Emlak sektörünün canlandırılabilmesi için 160bin avroluk ev satın alan yabancılara oturma izni verilmesi uygulaması başlatıldı fakat etkili olmadı. Bunun yanında sektörü canlandırmak için bazı bölgelerde boş bulunan ve satılamayan konutların yıkımına karar verildi.

2018 İspanya’sına gelindiğinde ise gelir eşitsizliğinin daha da büyüdüğünü söyleyebiliriz. Ekonomik kriz döneminde serveti 1,5 milyon avroyu aşan kişilerin sayısı 10 bin kişi artarak 47 bin 614 olurken, zenginleşen her bir İspanya vatandaşına karşılık 24 yeni yoksul kişi meydana getirdi.

2018 Berlin’inde ise mülteci akımında bir azalış meydana gelmesiyle birlikte yurt ve barınaklardaki yatak kapasiteleri arttı. Yani barınaklar ve yurtlar boşaldı. Fakat bunun yanı sıra ülkede konut sorunu meydana geldi. Konut krizi yaşanabilmesi ihtimaliyle Konut Planı projesi başlatıldı ve kısa dayanıklı konteyner kentler için adımlar atıldı.

2018 Çin’inde bulunan her 5 konuttan biri boş durumda. Çin’deki bu hayalet şehirler ( çok fazla boş konutun bulunduğu yerleşim yerleri) üne sahip olduğu için turizm sektörü için aslında bir fırsat olarak gözükmektedir. Oranın bu kadar fazla olmasının sebebi ise boş evlerin sahiplerinin aslında yaşamlarını sürdürebilecek bir evleri olmasına rağmen yatırımlarını ülkenin kırılgan borsasına yapmak yerine konut yatırımını daha güvenli buldukları için yatırımlarını ona yönlendirmeleridir. Konut sektörüne olan bu eğilimi engellemek için politikacılar, gelir vergisi yasa taslağı üzerinde çalışmalara başladılar. Ülke GSYH’sinin 1/5’lik kısmının konut piyasasıyla ilişkili olduğu düşünülüyor ve bu korku ortamı krize yol açabilir. Gelir vergisi getirilirse boş konutların çoğu satılacak ve bu satışların hızlı olması fiyatların düşmesine ve bununla beraber de ciddi problemlere yol açabileceğinden her adımın dikkatli atılması gerekiyor.

İstihdam Yaratmayan Büyüme

Gerçekleşen ekonomik büyüme rakamlarına rağmen işsizlik oranlarının artışının da devam ediyor oluşu karşımıza istihdam yaratmayan büyüme kavramını çıkartmaktadır. Bu da bize gerçekleşen büyümenin reel olarak değil de nominal olarak gerçekleştiğini veya yaşanan büyümenin dış kaynak kullanımı sayesinde gerçekleştiğini göstermektedir. Türkiye’deki istihdam yaratmayan büyüme sürecinin nedenlerini; emek piyasasındaki aşırı düzenlemeler, ekonomideki yapısal sorunlar, vergi yükü, demografik yapı, kayıt dışı istihdam, yabancı uyruklu işçiler, imalat sanayinin ara malı temininin ithal edilmesi, ücretler, kırdan kente göç, işçilerin çalışma saatlerinin yüksekliği, aşırı açık sermaye hesabı, finansal spekülatörler olarak sayabiliriz.

İstihdam yaratmayan büyüme kavramı yalnızca Türkiye’de değil, bütün az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerde meydana gelen bir problemdir ve kalkınma problemine dönüşmüştür. Türkiye 2018 yılının ilk yarısında %6.18’lik bir büyüme yaşadı. Aynı dönemin istihdam rakamlarına baktığımızda ise yalnızca %0.3’lük bir artış yaşanırken, genç işsizlik oranı ise %20.8 oranında gerçekleşti. Bu rakamlar da bize büyümenin yeteri kadar istihdam yaratamadığının göstergesidir. Türkiye’deki büyüme inşaat sektörüne bağlı yeterince istihdam yaratan bir büyüme olmadığı için, istihdam sınırlı bir artış göstermektedir.

Kitle iletişim araçları veya bankacılık sektörü gibi birçok sektörde, son zamanlarda yapılan yasal düzenlemelerin çoğunun inşaat alanına yönelik olması, ticari faaliyetlerin çoğunun inşaat sektörüne bir şekilde olan bağlılığı; büyükşehirlerdeki inşaat çalışmalarının artışı, kentlerin bir bütün olarak şantiye görüntüsü vermesi, her köşede harç arabalarının, kum kamyonlarının, dozerlerin görülmesi ve bunların şehirlerin ulaşımında aksaklıklar yaratması ve bu nedenle de kaza oranlarının da artış göstermesi inşaat sektörünün aslında Türkiye ekonomisindeki anahtar rolü üstlendiğini göstermektedir.

Türkiye’nin son yıllarda sanayi büyümesi yerine, ilk bakışta cazibesine aldanılarak istihdam yaratmayan inşaat sektörünü seçerek bir büyüme yoluna girmesi inşaat sektörünün lokomotif sektör olarak adlandırılmasına yol açmıştır. Bu yanlış büyüme tercihi sonucunda ise lokomotif sektörün ekonomi trenini yokuşta çekmek yerine, trenin lokomotifi geri çekiyor olduğunu söyleyebiliriz.