Osmanlı İmparatorluğu'nda Ekonomi

Osmanlı İmparatorluğu’nda Ekonomi Politikası ve Borçlanma

Osmanlı Dönemi Kuruluşu

Osmanlılar oğuzların kayı boyuna mensup bir beylikti. Türkiye Selçuklu hükümdarı Alaaddin Keykubat döneminde, ilk önce Karacadağ’a daha sonradan da Söğüt ve Domaniç bölgesine o dönemin beyi Ertuğrul Gazi önderliğinde uç beyliği olarak yerleştirilmiştir. Zamanla zayıflayan Türkiye Selçukluları, ‘’Kösedağ’’ savaşından sonra kayı boyu Anadoluyu işgal eden İlhanlılara bağlanmış daha sonradan da bu devletin zayıflamasından faydalanan Osman Bey 1299 senesinde bağımsızlığını ilan ederek Osmanlı’yı kurmuştur. Osmanlının kuruluş dönemini (1299-1453) seneleri arasında kalan zaman ifade etmektedir.

Osmanlı Yükselme Dönemi

Osmanlının yükseliş dönemini ise İstanbul’un fethinden Sokullu Mehmet Paşanın ölümüne kadar geçen zaman dilimini ifade etmektedir.(1453-1579) Osmanlı yükselme dönemi her yönden devletin büyüyüp daha da güce sahip olduğu bir dönemi ifade etmektedir. Söz konusu dönemde her açıdan çok yetenekli padişahların çıkmasının yanı sıra o döneme ait devlet kurumları da çok iyi çalışır durumdaydı. Bu dönemde özellikle belirtmek gerekir ki Osmanlı ordusu teknik ve taktik açıdan üst düzey becerilere sahipti. Bu da beraberinde birçok başarılı fetihlerin yapılmasına ve Osmanlı devletinin vergi gelirlerinin artmasına vesile olmuştur.
Yükselme döneminin padişahları ise;
• II. (Fatih Sultan) Mehmet (1451- 1481)

• II. Bayezit ( 1481- 1512)

• (Yavuz Sultan) Selim (1512- 1520)

• (Kanuni Sultan) Süleyman (1520- 1566)

• II. (Sarı) Selim (1566- 1574)

• III. Murat (1574- 1595)

Osmanlı İmparatorluğu Mali Bunalım Süreci

Osmanlı imparatorluğu 17. ve 18.yy ‘de mali sıkıntılarla karşılaşmış, bütçe açıklarında yıllar itibari ile istikrarlı bir şekilde artışların görüldüğü bir döneme girmiştir. Osmanlı genellikle savaş dönemlerinde bütçe açığı verdiği, barış dönemlerinde ise bütçe fazlası verdiği görülmektedir. Aşağıdaki tabloda mali sıkıntıların 16.yy kadar varan bir görüntü verdiğini görmekteyiz. Savaşlarla meydana gelen bütçe açıkları bili bir zaman sonra süreklilik göstermiştir.

Mali bunalım döneminde özellikle sultan 3.Ahmet döneminde ekonomik anlamda karşılığı olmayan keyfi harcamaların yapıldığı yıllardır. Mesela o dönemde lale yetiştirmek ve eğlenceler için ciddi sayılabilecek harcamalar yapılarak devletin kaynakları adeta israf edilmekteydi. 1729 senesine gelindiğinde İranlılarla yapılan savaşlarla birlikte ekonomik sıkıntılar artmış; sonucunda da devlet memur maaşları ödenemez bir hale gelinmişti. Bu yıllarda kaybedilen savaşlar sonucunda ganimet olarak adlandırılan gelirleri azalmış, hazinesi boşalmış ve ekonomik krizlerin peşi sıra takip ettiği, başlıca sosyal sorunlar ile karşılaşıldığı bir dönem yaşanmıştı.

Mali veya ekonomik bunalımların ortaya çıkmasında ekonomik yetersizliğin yanında devletin etkin şekilde vergi gelirlerini toplayamaması da bu süreçte önemli bir konudur. 1760’lı yıllara gelindiğinde yeniden savaş ortamına girilmesi, zaten kötü olan Osmanlı ekonomisini askeri giderlerin artışı ile birlikte süreklilik kazanmasına neden olmuştur.

Osmanlı Ekonomisinin Çöküş Nedenleri

Osmanlı İmparatorluğunda özellikle 19 yy da giderek artan ekonomik bunalımın başlamasında ve süreklilik kazanmasına neden olan çeşitli faktörler bulunmaktadır. Bu faktörleri genel olarak 3 başlıkta toplayabiliriz;
I. Konjonktürel nedenler
II. Ekonomik nedenler
III. Sosyal nedenler

.Osmanlı ekonomisinin tarihi süreçleri incelendiğinde ekonominin yapı taşının fetihlere dayandığını rahatla görebilmekteyiz. Yükselme döneminde Avrupa’nın en içlerine kadar ilerleyen Osmanlı orduları, bazı nedenlerden dolayı ilerlemesi durunca yeni fetihler gerçekleştirememiştir. Hal böyle olunca da savaştan herhangi bir gelir elde edememeye başlamış; önceleri bir gelir kaynağı olan savaşların artık bunun aksine ekonomiye bir yükten başka bir şey olmamaya başlamıştır.

Konjonktürel nedenler

Osmanlı Devletinde döneme ilişkin dış konjonktürel gelişmeler, dünya ticaretinde meydana gelen gelişmeler doğrultusundadır. Özellikle 15. yüzyıl sonlarından itibaren büyük denizlerin keşifleri, Akdeniz çevresinde yoğunlaşan ticaretin okyanuslara açılmasına neden olmuştur. Dolayısıyla Akdeniz ekonomisine hakim olan Osmanlı Devleti bu durumdan olumsuz bir şekilde etkilenmiştir. Her ne kadar ticaret hadleri 1680-1730 döneminde Osmanlı ekonomisi lehine gözükse de Avrupa bu dönemde özellikle dokuma alanında hammadde olarak aldığı ürünleri geliştirip mamül olarak ihraç etme dönüşümü içindedir. Bu gelişmelerin yanı sıra savaş dönemlerinde ticari faaliyetler gerileme ivmesi kazanmakta ve başka devletler arasında ortaya çıkan savaşlar bile Osmanlı ekonomisini olumsuz etkilemekteydi. Bu olumsuz etkiler ticaretin aksamasının yanında gümrük gelirlerinin de düşmesine neden olmaktaydı. On sekizinci yüzyıldan itibaren ülkeye yerleşen yabancıların sadece toptan ticaret iznine hakkı olmasına rağmen, yabancıların Rum, Ermeni ve Yahudi tüccarlarla iş yapma eğilimi, zamanla Osmanlı’nın iç ticaretinin azınlıkların eline geçmesine neden olmuştur (Tabakoğlu, 1985: 235-237).

Kapitülasyonlar

Söz konusu dönemde akıllara gelen diğer önemli bir konjontürel gelişme ise yabancılara önceden tanınmış olan ‘‘Kapitülasyonlardır. Osmanlı yabancılara tanınan kapitülasyonları ilk olarak 1. Murat zamanında vermiştir. Veriliş amacı ise o dönemde durgun olan Akdeniz ticaretini canlandırmak ve ülke sınırları içerisinde yabancı devletlerden mal akışı sağlayarak fiyatların düşmesi amaçlanmıştır. Bununla beraber mal akışı sonucunda oluşacak yoğun ticaret sonucu vergi ve benzeri gelirler elde etmeyi amaçlamıştır. Tabi belirmek gerekir ki kapitülasyonlar sadece ekonomik olarak değil siyasi bir koz olarak da kullanılması düşünülmüştür. Ancak ilk başlarda yukarıda sayılan nedenler ile yabancılara tanınan kapitülasyonlar Osmanlının gerileme döneminde ülke aleyhine işleyen bir durum oluşturmuştur. Kapitülasyonlarla başlayan yabancılara tanınan tavizlerin ardı arkası kesilmeyince ülke içerisindeki yerli üretici, haksız rekabet koşulları içerisinde yabancı üretici ile mücadele edemez bir konuma düşerek, ülkeyi üretemeyen bir konuma ve ülke ekonomisini yabancı üreticilerin yönettiği bir ülke konumuna kadar düşürmüştür.

Ekonomik nedenler

Bir ülke hangi yüzyılda yaşarsa yaşasın durum ve şartlar ne olursa olsun eğer; ülke içerisindeki ekonomik dengeler bozulup, söz konusu ülke yıkılma süreci içerisine girmişse beraberinde de birçok sosyal ve siyasi sorunları peşinden sürüklemektedir. O yüzdendir ki herhangi bir ülkenin ekonomik veya mali yapısı bu anlamda ilgili ülkenin kalbi niteliğindedir.
Osmanlı ekonomisinin o dönemdeki meydana gelen olumsuz gelişmeler; mali yapının bozulduğu dönemde seferlerin devam etmesi sonucunda askeri harcamaların artması, sefer giderlerindeki artış, kapitülasyonların genişletilmesi sonucunda oluşan üretim yetersizlikleri, gelir düşüklüğü ve dış ticarette yaşanan sorunlardır. Osmanlı imparatorluğunda söz konusu dönemde bütçe açıklarının arttığı ve devlet otoritesinin azalması sonucunda vergi geliri elde etmekte zorlandığını veya elde edemediğini belirmek gerekir. Buna paralel olarak dünya ticaretinde meydana gelen gelişmeler zayıf olan Osmanlı otoritesinin daha zayıflamasına neden olmuştur.

Gider Kalemleri

Osmanlı imparatorluğunun o dönemdeki en önemli gider kalemleri;
• Askeri birliklere 3 ayda bir ödenmesi gereken ‘ulufeler’
• Padişahın ölmesi veya çeşitli nedenlerden dolayı tahtından indirilen padişahın yerine başa gelen yeni padişahın askerlere ve memurlara verdiği hediye olan ‘’Cülus Bahşişleri’’
• O dönemde artış gösteren ‘’sefer giderleri’’
• Ordu sayısının arttırılmasıyla devlet kadrolarında meydana gelen şişmeler sonucu ödenen yüksek maaşlar.
• Toprak kayıpları sonucu oluşan gelir kayıpları

Gibi etmenleri sayabiliriz. Özellikle o dönemde ödenen ulufe maaşları büyük bir yüktü, bunun yanında söz konusu dönemdeki artan padişah değişiklikleri sonucunda verilen cülus bahşişleri ilgili dönemdeki Osmanlı mali yapısını oldukça zorlamaktaydı. Öyle ki bazı dönemlerde bu tür ödemelerin yapılamaması veya geciktirilmesi, birçok sosyal karışıklıklara neden olmuştur. Yine söz konusu dönemdeki önemli gelir kalemlerinden biri genel olarak tarımdan elde edilen vergi gelirleriydi. Bu gelirlerin azalmasında, devlet otoritesinin sarsılması sonucu vergilerini toplayamamasının yanında bir diğer önemli sebep; Osmanlı ekonomisinin teknolojik gelişmeleri destekleyebilecek bir bilgi alt yapısının olmayışı ve tarımın ilkel yöntemlerle yürütülmeye devam edilmesi bu sektörde üretim yetersizliğine neden olmuş ve beraberinde vergi gelirlerinin azalmasıyla sonuçlanmıştır.

Bu makale ilginizi çekebilir:   Borsa ve Forex Piyasalarına Davranışsal Yaklaşım |2023

Sosyal Nedenler

Osmanlı imparatorluğunda sosyal sorunların yaşanmasının temel dayanağı mali yapının bozulmasıdır. Önceden de belirtildiği üzere mali yapının bozulması sonucunda asker ve memurların maaşlarında yapılan ödemelerin gecikmesi veya yapılamaması, bir yandan da ülke içerisinde ve dışarısında halkın geçim imkanlarını daraltan mali gelişmeler sonucu, yapılan ayaklanmalar başlıca sosyal problemlerin nedenini oluşturmuştur.
Devletin otoritesinin azalması sonucunda ortaya çıkan eşkıya gruplarının çoğalması, devlet adına işler yürüten bireylerin ve ya gurupların halka yönelik baskılarını şiddetlendirmesi sonucunda, bazı kesimin köylerden şehirlere göç etmesine, bir kısmının da bahsi geçen eşkıya gruplarına katılmasına sebebiyet vermiş ve sosyal dengelerin bozulmasını şiddetlendirmiştir.

Osmanlı İmparatorluğu’nda İlk Borçlanma

Osmanlı imparatorluğu 19 yy gelindiğinde, yaşanan mali krizlere karşı bazı ıslahat hareketleri olmuşsa da Osmanlı imparatorluğunun bozulan mali yapısı ve imparatorluğun her geçen gün biraz daha zayıflaması belli bir noktadan sonra alınan önlemleri geçersiz kılmıştır. İmparatorluk artık giderlerini karşılayabilmesi için mutlak bir dış kaynağa ihtiyaç duymaktadır. Osmanlı imparatorluğu ilk borçlanma girişimini 17.yy’da gerçekleştirmiştir. 17 yy ortalarında 1776 senesinde İran ile girilen savaşlar artık Osmanlı ekonomisine ek finansman ihtiyacı doğurmuştu. Durum böyle olunca dönemin padişahı 1. Abdülhamit söz konu finansman için özellikle Müslüman Arap ülkelerinden dış finansman arayışlarına girişilmiş Fas’tan borç alma girişimleri olumsuzlukla sonuçlanınca, bu defa iç borçlanma yoluna gidilmiştir. İç borçlanma için ‘’Galata bankerlerine’’ başvurulmuştur. Daha sonrada 1787-1792 senelerinde kırımı almak için Ruslar ile girilen savaşlar esnasında bu defa da Cezayir’den 1 Milyon kuruş finansman istenmiş ancak bu dış borçlanma girişimi de başarısızlıkla sonuçlanmıştır.

Osmanlı İmp. Dış Finansman İhtiyacı

Osmanlı imparatorluğu kendi içerisindeki ve uluslar arası gelişmeler sonucunda kendi kaynaklarının yetersizliği ve mali yapısının çökmesi sonucunda dış finansmana ihtiyaç duymaya başlamıştır. Bu konu hakkında yukarıda ayrıntılı bilgi vermiştik ancak bu konu başlığı altında bir kez daha belirtmek gerekir ki Osmanlının mali yapısına bir virüs gibi yapışan ve yıllar geçtikçe altından kalkamamaya başladığı’’Kapitülasyonların’’ altında ezilmiştir. Yerli sermaye birikimini yetersiz olan Osmanlı imparatorluğu kapitülasyonların verilmesi sonucunda haksız rekabet koşullar altında ezilen yerli üreticinin, rekabet gücünü kaybetmesi sonucunda ülke pazarının yabancıların eline geçmesiyle Osmanlıyı üretemeyen ve dış finansmana bağımlı bir ülke konumuna sokmuştur.

İlk Dış Borçlanma

Osmanlı İmparatorluğu, İngiltere ve Fransa ile Rusya’ya karşı birlikte girdiği 1854 Kırım Savaşı sırasında Avrupa sermaye piyasasından savaş giderlerini karşılamak için ilk dış borçlanmayı gerçekleştirmiştir. İç kaynakların yetersizliği sonucu başvurulan dış borçlanma, Osmanlı ekonomisinin ve mali yapısının yeni bir sürece girmesine yol açmıştır. Dönemin idaresinde bulunan Sultan Abdülmecit, 4 Ağustos 1854’te 5 milyon İngiliz liralık (5,5 milyon Osmanlı lirası) bir borçlanma anlaşması için hükümete yetki vermiştir. Bu borçlanmanın ihraç fiyatı yüzde 80, faizi yüzde 6, yıllık itfa bedeli ise yüzde 1’ dir. Borçlanma için yıllığı 300 bin Osmanlı lirası olan Mısır Vergisi karşılık gösterilmiştir. Ancak anlaşma sırasında hükümet seçme hakkını kullanarak 5 milyon yerine 3 milyon İngiliz lirası borçlanmıştır.. (Şeker, 2007: 10).

1854 gerçekleşen ilk dış borçlanmayla birlikte Osmanlı adeta bu tarihten sonra belirli aralıklarla bazı ülkelerden sürekli dış finansman almıştır.1854-1876 yılları arasında kalan dönem Osmanlının borçlarını ödeyemeyeceği bir noktaya geldiği dönemi ifade eder. Yüksek faizlerle ve yüksek miktarlarla borçlanan Osmanlı ne yazık ki elde ettiği finansmanı

  • Cari harcamalara
  • Saray yapımlarına
  • Donanmanın genişletilmesine
  • Maaş ödemelerine

Kullanarak finans yönetimindeki beceriksizliğini bir kez daha göstermektedir. Elde edilen dış finansmanı yatırımlara ve mali geliri arttıracak çalışmalara ayırmak yerine; gereksiz harcamalarını dış finansman ile kanalize etmeyi sürdürmekteydi. 1876 yılına gelindiğinde ise Osmanlı borçlarını ödemeyi durdurmuştur.

Duyun-i Umumiye

Bu süreç 20 Aralık 1881 senesinde yayımlanan ‘’Muharrem Kararnamesi’ne’’ kadar devam etmiştir. Söz konusu kararname ile Osmanlı imparatorluğunun borçları indirilmiş ve ödeme süreç/koşulları baştan düzenlenmiştir. Muharrem Kararnamesi sonucunda Osmanlı içerisinde borç ödemelerini güvence altına alacak Düyun-u Umumiye kurulacaktır. Bu kurumun temel görevi ise vergilendirme ve vergi denetimini etkin şekilde yapılmasını sağlamaktır. Her ne kadar kuruluş amacı bu olsa da ülke fiilen mali bağımsızlığını söz konusu kurum ile kaybetmiş bulunuyordu öyle ki mali bağımsızlığını kaybeden Osmanlı bu süreç ile başlayan birçok sosyo-ekonomik sıkıntılarını cumhuriyetin kuruluşuna kadar taşımıştır. Kapitülasyonlar ile verilmeye başlanan ekonomik tavizler zamanla ülke içerisindeki yerli üretimin durma noktasına getirerek yurt içerindeki pazarın, yabancıların eline geçmesiyle birlikte yaşanan ekonomik sıkıntılar, zamanla ağırlaşarak Düyun-u Umumiye’nin kuruluşuyla birlikte mali bağımsızlığın kaybedilmesine varan bir süreç yaşanmıştır. Çeşitli uluslardan alınan borçlar, çağı yakalayabilmek için yapılması gereken yatırımlar yerine; genellikle lüks tüketime aktarılarak borç alma sürecini devamlı hale getirmesine neden olmuştur. Öyle ki Osmanlı imparatorluğu yıkıldıktan sonra Türkiye üzerine miras kalan borçlar, birçok zorluklarla kurulan ve o dönem yokluk içerinde olan Türkiye üzerinde ağır bir yük oluşturmaktaydı. Ancak Türkiye bu zorluklara rağmen üzerine düşen miktardaki borçları düzenli bir şekilde ödeyerek 1854 yılında alınmaya başlayan ilgili borçlar ancak 1954 yılında yaklaşık 100 yıl sonra anca ödenebilmişti.

Aşağıda Osmanlı İmparatorluğu’nun borç geçmişini ve alınma nedenini gösteren bazı yıllara ait ayrıntılı tabloya yer verilmiştir;

Osmanlı imparatorluğu 1984 yılında alınmaya başlanan ilk borç ile; 1894 yılına kadar geçen 20 senelik süreçte toplam 293 milyon lira borçlanmıştır. İlk borç alınan yıldan itibaren neredeyse her yıl borç alınarak toplamda 347.372.040 lira seviyesine ulaşmıştır. Osmanlının dağılmasından sonra ortaya çıkan milletler arasında söz konusu borç ilgili ülkelere dağıtılmış olsa da en büyük pay Türkiye’ye kalmıştır. Lozan antlaşmasına göre 1912 öncesi borçların %62’si 1912 sonrası borçların %77’si Ülkemize kötü bir miras olarak bırakılmıştı.

Aşağıdaki tablo Osmanlıdan Türkiye’ye kalan borçlarının ödenme dönem ve miktarlarını göstermektedir.

1854 yılında borçlanmaya başlayan Osmanlı bu tarihten sonra neredeyse her yıl bazı gerekçelerle borçlanma yoluna gitmiştir. Genel borçların durumu zamanla öyle bir hal almıştır ki artık borcu borç ile kapatma gerekliliği oluşmuştur. Cumhuriyet kurulduktan sonra ise Osmanlı’nın payına düşen borç, ilk borcun alınmasından yaklaşık 100 yıl sonra 1954 yılında ödenebilmiştir. Durum böyle olunca da söz konusu borçlar zor şartlarda kurulan cumhuriyet’in üzerine bir yük olarak bırakılmıştır. Bu borçlar cumhuriyet kurulduktan sonra genel ekonomi politikalar üzerine etki etmiştir. Bu noktadan sonra çalışmamızı cumhuriyet kurulduktan sonra uygulanan ekonomi politikaları üzerinde yoğunlaştıracağız.

Atatürk Dönemi Ekonomi Politikası

Osmanlıdan cumhuriyete miras kalan yüklü borçlar, zaten çok kıt olan sermaye birikiminin üzerine bir yük oluşturmaktaydı. Kıt olan sermaye ise ülkedeki yokluğun temel nedenleri arasında en önde gelmekteydi. Her ne kadar durum böyle olsa da Türkiye, Atatürk önderliğinde gerçekleştirilen ve ‘’Mucize’’ olarak adlandırılan iktisadi kalkınma programı oluşturulmuştu. Söz konusu politika ile Türkiye’nin geleceği şekillenmiştir. Atatürk’ün cumhuriyetin ilk yıllarında uygulamaya çalıştığı maliye politikasının temelini ‘’ Borçlanmayı engelleyen,yani denk bütçe uygulamaları oluşturmaktaydı’’. Dengede olmayan ilgili bütçenin herhangi bir değerinin olamayacağı kabul edilmekteydi. Ayrıca o dönemde bütçenin açık vermesi de kesinlikle yasaklanmıştı. Bu uygulamadaki ana düşünce ise; denk bütçe fiyat istikrarının sağlanması için olmazsa olmaz olarak görülüyordu ve bu konuda büyük titizlikle çalışmalar yapılmaktaydı.

Atatürk’ün bütçe dengesi üzerinde bu ölçülere varan titizlikle durmasının bir diğer
nedeni ise, Devlet Hazinesi’nin yurt içinde ve yurt dışında güçlü ve güvenilir olmasını
zorunlu görmesidir. O’na göre ekonomik bağımsızlığı sağlamanın başka yolu
yoktur(Aysan, 1981: 144).

Aşağıdaki tabloda cari fiyatlarla bütçe gelir ve giderlerinin tahminleri ve gerçekleşmeleri gösterilmektedir.

Bu makale ilginizi çekebilir:   Ahilik Düzeni vs. Kapitalist Ekonomik Düzen - I

Yukarıdaki tablo incelendiğinde ise bütçe denkliğini koruyarak uygulanan politikaların ne kadar titizlikle yürütüldüğünü görebilmekteyiz. 1926 ve 1938 yılları arasında bütçe dengesi fazla vermekte olduğunu görmekteyiz.

Atatürk cumhuriyetin ilk yıllarında çok zor durumda olan vatandaşların refahını arttırmak için yatırımları arttırmak ve hızlandırmak gerektiğini belirtmiştir. Ancak yatırımları hızlandırmak için devletin sağlıklı yollardan elde ettiği gelirden daha fazla harcama yapmasının yolu kesilmesinin şart olduğunu vurgulamıştır. Atatürk’ün yatırım politikasının temel hedefi, bütçe disiplininden taviz vermeden en kısa sürede bütün faaliyet alanlarının ve her bölgenin kalkındırılması amaçlanmaktadır. Atatürk yatırım politikalarında önceliği alt yapı çalışmalarına vermektedir. Alt yapıda belirli bir seviyeye gelindikten sonra, sanayi yatırımlarına başlanabileceğini belirtmiştir. Atatürk cumhuriyeti kurduktan sonra birçok alanda (sosyal-ekonomik-siyasi) yapısal reformlar gerçekleştirmiştir. Yapısal reformdan kast edilen şudur; mutlak monarşiyi cumhuriyete dönüştürmekle beraber laikliği ilke edinen bütün yenilikleri değişimleri kapsayan her şeydir. Atatürk’ün ekonomi alanında yaptığı bazı yapısal reformlara şunları örnek verebiliriz;

• TC’nin kendi bastığı ilk madeni paranın tedavüle çıkışı(1924)
• Aşar vergisinin kaldırılması(1925)
• Yabancı gemilere tanınan ayrıcalıkların kaldırılması ve kabotaj kanunu’nun yürürlüğe girmesi(1926)
• Anadolu demir yolu şirketi ve Haydar paşa limanı’nın yabancılardan satın alınarak millileştirilmesi.
• TCMB’nin kurulması(1931)

Sanayi alanında yapılan yapısal reformlar ise;
• Demir ve Çelik sanayinin kurulmasına yönelik kanun
• Kayseri uçak ve motor fabrikasının açılması (daha sonra menderes hükümeti tarafından kapatıldı) (1926)
• Uluslar arası ölçü biriminin kabulü(1931)

Benzeri yenilikleri belirttiğimiz gibi yapısal reformlara örnek verebiliriz. Atatürk yapmış olduğu bir çok yapısal reform ve yenilikler bulunmaktadır. Mustafa Kemal Atatürk bütün bu yenilikler ile ülkemizi muhasır medeniyetler seviyesine ulaştırmayı dolayısıyla Türk halkının hak ettiği refah seviyesine taşımayı hedeflemiştir.

Liberal Politika Dönemi ( 1923-1929 )

Ekonomik liberalizim; hareket özgürlüğü, serbest piyasa ekonomisi ve özel mülkiyet ilkeleri üzerine temellendirilmektedir. Ekonomik liberalizim bir noktaya kadar devlet müdahalesine göz yumsa da genel olarak serbest piyasa koşullarında bu müdahaleye karşı çıkılmaktadır. Türkiye 1923-1929 yılları arasında liberal ekonomi politikasını uygulama yoluna gitmiştir. Aslında bu karar bir tercihten çok bir zorunluluk sonucu oluşturulmuştur şöyle ki; Lozan konferansında kapitülasyonların kaldırılması karşılığında Türkiye’ye Lozan antlaşmasının ekinde yer alan ticaret sözleşmesinde 1916 tarihli tarifenin ‘’5 yıl’’ süreyle yürürlükte kalması koşulu konulmuştur. O dönemin hükümeti özel kesimi teşvik edici politikalar uygulama yoluna gitmiştir. Buradaki esas amacın Türk girişimcilerini güçlendirmek olduğunu da belirtmek gerekir. Bu amaç doğrultusunda Teşvik-i sanayi kanunu çıkarılmış ve ülke içerisinde kıt olan ürünleri karşılamak; bir yandan da özel kesimin ihtiyaç duyduğu ham maddeyi ülke içi kaynaklarla karşılayıp aynı zamanda da ülkedeki çalışabilir durumdaki bireylere istihdam yaratmak hedeflenmekteydi.
Bu dönemde uygulanan ekonomi politikaları;
• Dışa açık
• Sanayileşmeyi teşvik eden
• Ekonomik büyümeyi hedef alan politikalar
• Özel sektörü destekleyen yenilikler
Ancak o dönemde çeşitli nedenlerle, bütün bu çabalara rağmen özel sektör beklenilen elişimi gösteremedi. Liberal ekonomi politikalar bir çok Avrupalı devleti etkileyen’’büyük depresyon’’ ile noktalanmıştır. Türkiye 1929 yılında Osmanlıdan kendisine miras kalan borcun ilk taksitini ödemiştir toplam ödenen tutar 14.445 milyon TL olarak gerçekleşmiş, ayrıca bu miktar o dönemin bütçesinin %6.8 oluşturmaktaydı.

Devletçi Politika Dönemi (1930-1949)

1929 senesine gelindiğinde dünya genelinde, özellikle de batı toplumlarında baş gösteren ‘’büyük buhran’’ ülkemizi de etkilemişti. Cumhuriyetin kuruluşundan 1929 senesinin son çeyreğine kadar liberal politikalar izlemiş olan Türkiye, 1930 senesinde büyük buhranın negatif etkileri dolayısıyla politika değişikliğinde bulunmuş ve’’devletçi’’ politikalar izleme yoluna gitmiştir. Devletçi politikalar, özel sektörün yetersiz kaldığı yerlerde söz konusu yatırımları doğrudan devlet eliyle yapılmasını ön gören ekonomik bir ilkedir. O dönemin hükümeti devletçi politikalar doğrultusunda adımlar atmıştır.

1933 senesinde Sümer bankın kurumasıyla birlikte başlayan devlet müdahaleleri bir çok alanda devam etmiştir. Öyle ki Türkiye bu dönemde çeşitli sanayi planlamaları hazırladı ve uygulamaya çalıştı bu doğrultuda yapılan çalışmaların başında 1934-1938 senesinde 1. Beş yıllık sanayi planı uygulamaya konulmuştur.
• Dokuma Sanayi
• Maden işleme sanayi
• Toprak sanayi
• Kağıt sanayi
• Kimya sanayi

Alanlarını kapsayacak fabrikalar kurulmaya çalışılmıştır. Söz konusu bu fabrikalara dönemin sovyetler birliğinden sağlanan finasman desteğiyle birlikte yaklaşık 100 milyon lira harcanmıştır. İlgili projeler tam anlamıyla başarıya ulaşamasa da ilerleyen dönemlerde yapılacak olan sanayi yatırımlarının önünü açmıştır. 1. Beş yıllık kalkınma planından kısmen elde edilen başarılar, beraberinde 2. Beş yıllık kalkınma planını hazırlanmasına olanak tanısa da 1 Eylül 1939 senesinde başlayan 2.dünya savaşı bu planın uygulanmasına olanak tanımamıştır. Dünya, ikinci dünya savaşını tecrübe ederken bu savaşın ekonomi üzerindeki en büyük etkisi fiyatlar genel seviyesi üzerinde olmuştur öyle ki 1954 senesine gelindiğinde global ekonomi deflasyon kriziyle baş başa kalmış ve toptan eşya fiyatları o dönemde yaklaşık olarak %55 oranında gerilemiştir.

Osmanlı devletinin dağılmasından sonra miras kalan dış borçlar Lozan antlaşmasıyla birlikte Osmanlı bünyesinden ayrılan devletlere paylaştırılmıştı. Buradaki aslan payı maalesef ki Türkiye üzerine kalmıştı. Öyle ki 1912 öncesi borçların %62’si 1912 sonrası borçların da yaklaşık %77’si Türkiye’nin sorumluluğuna bırakılmıştı. Hal böyle olunca da cumhuriyeti ilk kuran kuşaklar zor olan imkanlara rağmen borçlarını düzenli bir şekilde ödemiştir ve bu neslin borçlanmaya karşı hassas bir tutum sergilemesinin en büyük nedeni de Osmanlıdan kalan bu borçlar olmuştur.
1930 ve 1949 seneleri arasında uygulanan devletçi ekonomi politikalarının tam anlamıyla başarıya ulaşıp ulaşamadığını kestirmek ne yazık ki çok zordur. Bu durumun oluşmasında en büyük neden ilgili dönem içerinde dünyada patlak veren 2. Dünya savaşının beraberinde getirdiği olumsuz etkilerdir.

Liberal Politikaları Yeniden (1950-1960)

1960 senesinde gerçekleştirilen seçimler sonucunda iktidara Demokrat Parti gelmiştir. Demokrat partinin gelmesiyle birlikte yeniden liberal politikalara dönüş girişimleri başlamıştı. Liberal politikalar ile birlikte ülkeye doğrudan ve yabancı sermaye yatırımları çekmek hedeflenmekteydi. Bu doğrultuda bazı kanunlar çıkarılmıştı bunlar;
• Petrol kanunu
• Yabancı sermayeyi teşvik kanunu
Benzeri düzenlemeler çıkarılarak yabancıların ülkeye sınırları içerisine sokacağı sıcak para ile birlikte ekonomik kalkınma hedeflenmekteydi. Sanayileşmeyi gerçekleştirecek adımların yanında tarım sektörüne yönelik girişimlerde de bulunulmaktaydı. Örneğin tarım sektörü için alet ve makine girişi sağlamak veya gübre kullanımına teşvik edici politikalar yürütülerek ekonomik büyümenin hızlandırılması amaçlanmaktaydı.

1950-1960 yılları arasında liberal politikalar ekseninde uygulanmış ekonomi politikaları genel hatlarıyla şöyledir;
• Tarımın makineleşmesi ve tarım sektörü için teşvik programları
• Krediye ulaşım olanaklarının arttırılarak, para arzının genişletilmesi
• Yerli sanayinin korunması kapsamında ithalatı kısıtlayıcı önlemler
• Şehirlerin alt yapı yatırımlarını arttırarak yerli ve yabancı yatırıma zemin hazırlamak
• Dış yardım sağlanarak elde edilecek fon ile ekonomik kalkınmaya yönelik girişimlerin hızlandırılması

Uygulanmış olan bu politikalar başlangıçta hızlı bir şekilde ekonomik bir büyüme sağlasa da, parasal genişlemenin neden olduğu enflasyonun belirli bir zaman sonra baş göstermesi ve TL’nin hem içeride hem de dışarıda değerini kaybetmesine neden olmuştur öyle ki 1958 senesine gelindiğinde devalüasyon yapılması zorunluluğuyla baş başa kalmıştır.

Aşağıdaki tabloda 1950-1960 yılları arasında bazı makro ekonomik göstergelere yer verilmiştir;

İthalatı kısıtlayıcı önlemler alıp yerli sanayiyi koruma amacıyla yapılan önlemler kapsamında ithalat rakamları 500 milyon dolar civarlarında seyretmiştir. ihracat rakamlarımız ise 300 milyon dolar düzeylerindedir. Her ne kadar ithalatı kısıtlayıcı önlemler alınsa da dış ticaret dengesi sürekli açık vermiştir. Enflasyon oranı ise parasal genişlemenin bir onucu olarak orantısız artışlar sergilemiştir. Parasal genişlemenin olumlu bir onucu olan hızlı ekonomik büyüme gerçekleşmiş ve kişi başı GSMH de sürekli bir artış eğilimine girmiştir. Tarım sektörü ve hizmet sektörü bu dönemlerde aşırı iyileşme gösterse de sanayi sektörü ikisine göre yavaş bir gelişim göstermiştir. 27 Mayıs 1960 senesinde gerçekleştirilen askeri darbe ile Demokrat Parti iktidarlığına son verilmiştir.

Bu makale ilginizi çekebilir:   Brexit: İngiltere ve Avrupa Birliği Ekonomisine Etkileri

Planlı Ekonomi – Karma Ekonomi(1961-1979)

1950-1960 seneleri arasında demokrat parti tarafından uygulanan plansız ekonomi politikaları sonucunda meydana gelen sıkıntılar bu dönemde baş göstermiştir. Öyle ki kurucu meclis 1961 anayasasını oluştururken planlı-programlı ekonomi politikalarını bir kural haline getirmiştir. Planlı ekonomi çerçevesinde 1963-1967 yılları arasında birinci beş yıllık kalkınma planı uygulandı ve başarılı sonuçlar elde edildi. Söz konusu planların nihai amacı yıllık ortalama %7 civarlarında bir büyüme hızı yakalayarak gelişmişliğini tamamlamış batılı ülkeler ile ekonomik farkları kapatmaktı.
1968-1972 seneleri arasını kapsayan ikinci beş yıllık kalkınma planında, sanayi sektörlerini ekonomik büyüme için gerekli olan temel sektör olarak görüldü ve yerli sanayiyi korumaya yönelik adımlar atıldı. Bu dönemde ithalat ikamesi, ihracatın teşviki gibi politika önlemleri ön plana çıkmıştır.

Bu dönem içerisinde kalan süreçte ülkemiz birçok krizle mücadele etmek zorunda kalmıştır. Örneğin 1974 yılında yaşanan petrol krizi Türkiye gibi enerji ithalatına bağımlı olan ülke ekonomilerini büyük ölçüde etkilemiştir. Öyle ki sanayileşmeyi ekonomik kalkınmanın lokomotifi olarak gören Türkiye, sanayileşmenin yapı taşlarından biri olan enerji fiyatlarında meydana gelen aşırı artış, sanayileşme alanında yapılan adımlara bir darbe niteliğinde kalmamış; ekonomi üzerinde zincirleme olarak olumsuz etkiler doğurmuş ve birçok ekonomik sıkıntıları tecrübe etmek zorunda kalmıştır.
1961 senesinde 9,8 TL olan dolar kuru 1979 senesinde 35,2 TL’ye sıçramıştır.1960 senesinde 9,9 milyar dolar olan GSYİH 1979 senesinde gelindiğinde 81,7 milyar dolar olmuş ve dönem içerisinde yaklaşık 8,5 kat artış göstermiştir. Bu dönem içerisinde kalan süreçte, dış ticaret açığı yıllık ortalama %3; yıllık ortalama bütçe açığı ise %1 olarak gerçekleşmiştir. Bu dönemin enflasyon oranı ise %15 gibi yüksek bir oranda gerçekleşti.

Bu dönemin sonunu Dr Mahfi Eğilmez şu şekilde ifade etmektedir: ‘’Bu dönemin bitişi Türkiye’nin 70 Cent’e muhtaç hale düşmesiyle ve 24 ocak 1980 ekonomik istikrar kararlarıyla oldu ayrıca Türkiye bir kez daha devalüasyon yapmak zorunda kalarak dönemi noktalamıştır.’’
• 1980 sonrasında ülke ekonomisini yöneten hükümetler, cumhuriyetin kuruluşunun ilk yıllarında uygulanan, dış borçlanma yoluna gitmeden öz kaynaklarla gerçekleştirilmek istenen ekonomik kalkınma politikasını bir hata olarak görmüşler ve cihan imparatorluğunun batmasına neden olan ‘’ plansız dış borçlanmayı’’ ekonomi politikası olarak uygulama yoluna büyük bir hevesle gitmişlerdir.

Aşağıdaki tabloda Türkiye’nin 1983 ve 2003 yılları arasındaki kamu kesimi ve özel kesim dış borçlarının toplamı yer almaktadır.

Kamu kesiminin iç borçları toplamı 2017 yılı sonu itibari ile 574 milyar TL’ye toplam borç stoku da 893 milyar TL’ye ulaşmış bulunmaktadır. 1980 yılları başında dış borçların gayrisafi milli hasılaya oranı %30 civarlarında iken 2017 yılında bu oran %52 olarak gerçekleşmiştir. Osmanlı imparatorluğunun batma sürecine getiren en büyük nedenlerin başında mali bağımsızlığın yitirilmesi olduğunu bilen cumhuriyetin ilk kurucuları, birçok sıkıntılara rağmen dış borçlanma konusunda çok titiz davranmışlardır. Ancak daha sonra kurulan hükümetler özellikle de 1980 sonrası, borçlanma konusunda aynı hassasiyeti göstermeyerek günümüzdeki borçların gelirimizin yarısından fazlasına denk gelmesine neden olmuşlardır.

2003’ten 2017’ye kadar geçen süreçte para politikası araçları etkin bir şekilde kullanılıp; maliye politikaları, para politikalarına desteğini sürdürmüştür. 2017’de yüksek enflasyon rakamları baş gösterince, enflasyonu düşürmeye yönelik önlemlerin alınacağı düşünülürken, tam tersine ekonomik büyümeyi sürdürecek parasal genişleme yoluna gidilince, para politikası da disiplinden uzaklaşmıştı. Hal böyle olunca 2017yılı içerisinde maliye politikaları ve para politikaları birbirinden farklı hedeflere yönelmişti. Para politikaları ile enflasyon düşürülmeye çalışılırken; maliye politikaları ile ekonomik büyüme sağlanmak amaçlanmaktaydı. Ancak hem enflasyonu düşürülmeye yönelik politikalar izlenip hem de ekonomik büyümeyi destekleyen maliye politikaların aynı anda yürümesi ekonomi bilimi açısından açıklanabilir bir durum değildir. Bu çelişkiler sonucunda bir yandan yüksek büyüme sağlanırken enflasyon da buna paralel olarak yükseldi. Ayrıca işsizlik rakamları bu karmaşık ve ekonomi bilimine aykırı politikalar eşliğinde çift haneli düzeylere çıkmış ve o seviyelerde seyir etmesine neden olmuştur.

Sonuç

1299 senesinde Osman Bey tarafından kurulan Osmanlı imparatorluğu, yetenekli yöneticileri ve coğrafi koşulların da etkisiyle kısa sürede topraklarını genişleterek dünya da söz sahibi bir ülke konumuna ulaşmıştır. Ancak;
I. Konjonktürel
II. Ekonomik
III. Sosyal
gelişmeler sonucunda Osmanlı İmparatorluğu doğal sınırlarına ulaşmış ve fetih hareketleri gerçekleştirememiş ve bir çok gelir kaleminden yoksun kalmıştır. Beraberinde de başta ekonomik olmak üzere bir çok sıkıntılarla uğraşmak zorunda kalmıştır. 1729 senesine gelindiğinde İranlılarla yapılan savaşlarla birlikte ekonomik sıkıntılar artmıştır; öyle ki devlet memur maaşları ödenemez bir hale gelinmişti. Bu yıllarda kaybedilen savaşlar sonucunda ganimet olarak adlandırılan gelirleri azalmış, hazinesi boşalmış ve ekonomik krizlerin peşi sıra takip ettiği başlıca sosyal sorunların yaşandığı bir dönem yaşanmıştır.

Osmanlı İmparatorluğu, İngiltere ve Fransa ile Rusya’ya karşı birlikte girdiği 1854 Kırım Savaşı sırasında Avrupa sermaye piyasasından savaş giderlerini karşılamak için ilk dış borçlanmayı gerçekleştirmesiyle birlikte Türkiyeyi de kapsayacak bir borçlanma serüvenine girmiştir. Bu tarihten cumhuriyetin kuruluşuna kadar geçen sürede hemen hemen her sene gereksiz ve plansız dış borçlanma politikası gerçekleştirilmiştir.

Osmanlı imparatorluğu 1984 yılında alınmaya başlanan ilk borç ile; 1894 yılına kadar geçen 20 senelik süreçte toplam 293 milyon lira borçlanmıştır. İlk borç alınan yıldan itibaren neredeyse her yıl borç alınarak toplamda 347.372.040 lira seviyesine ulaşmıştır. Osmanlının dağılmasından sonra ortaya çıkan milletler arasında söz konusu borç ilgili ülkelere dağıtılmış olsa da en büyük pay Türkiye’ye kalmıştır. Lozan antlaşmasına göre 1912 öncesi borçların %62’si 1912 sonrası borçların %77’si Ülkemize kötü bir miras olarak bırakılmıştı. Türkiye miras kalan borçları ancak 1954 senesinde, yani ilk borç alındıktan yaklaşık 100 yıl sonra ancak ödeyebilmiştir. Hal böyle olunca Türkiye cumhuriyetin ilk yıllarında zaten kıt olan kaynaklarla mücadele edilip ülke ekonomisini şekillendirmeye çalışırken, sırtına yüklendiği miras borçları da istikrarlı bir şekilde aksatmadan ödemiştir.

Osmanlı imparatorluğunun sonunu getiren birçok etmen vardır ancak en başında mali bağımsızlığın kaybedilmesi gelmektedir. Cumhuriyetin kuruluşunda emeği olan ve cumhuriyet kurulduktan sonra da ülkeyi yöneten Atatürk ve silah arkadaşları, dış borçlanma konusunda çok hassas davranmışlardır. Minimum borç ve kendi öz değerleri ile ekonomik büyüme amaçlayan bir görüş benimsenmiştir. Ancak daha sonra kurulan hükümetler borçlanma konusunda aynı hassasiyeti göstermemişlerdir. Özellikle 1980 sonrası kurulan hükümetler ile birlikte dış borcumuz rekor seviyelere ulaşmıştır. Ülkede yapılmak istenen yatırım kadar söz konusu bu yatırımların nasıl ve hangi kaynak aracılığı ile yapıldığı da çok önemlidir. Bilinçsizce yapılan borçlanmalar ülkelerin gelecek nesillerine yapılacak en büyük kötülük konumundadır. Osmanlı’dan kalan borçlar sanayi devriminin kaçırılmasına yada geç empoze olmasına sebebiyet vererek muhasır medeniyetler seviyesine ulaşma hedefinden uzaklaşmasına neden olmuştur. Geçmişte yaşanan tecrübelerden ders çıkarıp ekonomi politikalarının bu tecrübeler ekseninde şekillendirilmesi gerekirken, sırf iktidar olma sevdası ve ya popülist politikalar sonucunda ülke geleceği tehlikeye atılmaktadır.

Mustafa Kemal ATATÜRK’ÜN de ifade ettiği gibi ‘’savaş meydanlarda kazanılan zaferlerin tek başına bir anlamı yoktur. Ulus tam bağımsız yaşamak ve milletler aleminde onurlu yerini almak istiyorsa iktisadi egemenliğin de sağlanması ve pekiştirilmesi gerekir’’

Mustafa Kemal ATATÜRK’ÜN geçmişte yapmış olduğu bütün devrimleri gibi, iktisadi alanlarda atmış olduğu adımlar, Türk milletini çağdaşlaştırmak amacına yöneltmiştir. ATATÜRK’ÜN fikirleri her alanda olduğu gibi iktisat alanındaki fikirleri de ülkemize uzun yıllar yol gösterici niteliğinde olacaktır.

KAYNAKÇA

  • AKALIN, Güneri (2008), Atatürk Dönemi Maliye Politikaları, Ankara, T.C. Maliye Bakanlığı Strateji Geliştirme Başkalığı Yayın No: 2008/384.
  • AKGÜÇ, Öztin (2001) Türkiye Cumhuriyetinin Osmanlı Devletinden Aldığı Ekonomik Miras,
  • ÖZTÜRK, SERDAR; YILDIRMAZ FATİH,(2009) Osmanlı İmparatorluğunun İktisadi Çöküşü ve Atatürk Dönemi İktisat Politikaları
  • ÖDEMİR, Biltekin,(2009)1854-1914 Borçlanmaları Galata Bankerleri ve Osmanı Bankası Düyun-Umumiye Dairesi Türkiye Cumhuriyetinin Kabul Ettiği Osmanlı Devlet Borçları
  • ÇANDIR,Murat (2008) Osmanlı Devletinin Dış Borçları
  • ŞEKER,Murat (2007) Osmanlı Devletinde Mali Bunalım ve İlk Dış Borçlanma
  • EĞİLMEZ,Mahfi(2018) Değişim Sürecinde Türkiye