Köy Enstitüleri

Köy Enstitüleri Dosyası: Dün ve Bugün

Köy Enstitüleri Dosyası

Üzerinden 78 yıl geçmiş olan köy enstitüleri günümüzde hala gündemde ve hala bahsedilip konuşuluyor. Kimisine göre eğitimin baş mimarı kimine göre köylüyü köyde hapseden bir uygulamadır köy enstitüleri.

1930’lu yıllar savaştan başını kaldıramayan yorgun argın düşmüş köy halkının yüzde 90’ı okuma yazma bilmiyor, nüfus 16 milyon ve 12 milyonu köylerde yaşıyor. 40 bin köy var fakat sadece 6 bin öğretmen bulunuyor. Büyük bir kısmı da zaten şehirlerde yetişmiş ve kimse köylerde görev yapmak sorumluluk almak istemiyordu. Eğitim tamamen şehirde köylerde ağaların ellerinde. Köy çocukları da zaten hayata sokaklarda parklarda bahçelerde oyunlar oynamak eğlenmek çocukluğunu yaşamak yerine köy ağalarına hizmetkarlık yapıyorlar ve hizmetkar yetiştiriliyorlar. Ülke 15 yıl öncesinde bağımsızlığını kurtuluşunu kazanmış fakat insanlar hala tutsak anlayış hala aynı anlayış.

Köylüyü ve Tarımı Yeniden Yaratmak

Tam da böyle bir dönemde Atatürk “Kendi ayakları üzerinde durabilen kimseye uşak, hizmetkar olmadan yolunda devam edecek bağımsız bireyler oluşturmayı düşündü.” Köylünün çağın bu kadar geride kalmasının temel nedeni Anadolu’nun orta çağ karanlığında cahilce yaşama terk edilmesi eğitim öğretimden mahrum bırakılmasıydı. Atatürk, “Köylü milletin efendisidir.” Sözünü gönülden inanarak söylemişti. Türkiye’nin en ücra köylerinde bile kentlerdeki olanaklar olmalı düşüncesine sahipti.

Atatürk Dönemi

Atatürk 1935 de yapılan kongrede köylülerin kalkınması istihdamın sağlanması için bir an önce çalışılmasına karar verdi. Zamanın Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan çözüm yolu arayan Atatürk’e yeteri kadar öğretmenin olmadığını ve Anadolu ya gönderilemeyeceği bahanesini sundu fakat Atatürk geçici olarak bir çözüm buldu. Askerlerin eğitimini yaptırdığı çavuşlardan yardım almayı düşündü. Orduda çavuş ve onbaşı olarak askerlik yapmış okuma yazma bilen 85 kişi köylerinden çağrıldı ve Eskişehir de eğitime alındı. Burada 6 ay eğitim görüp kendi köylerine eğitmen olarak döneceklerdi.

Atatürk Sonrası Dönem

Atatürk’ün ölümünden sonra bu hayalini zamanın Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ve ilköğretim genel müdürü İsmail Hakkı Tonguç gerçekleştirecektir. İsmail Hakkı Tonguç tek tek sırayla köyleri gezerek rapor hazırladı. Hasan Ali Yücel ülkeyi 21 bölgeye ayırdı. Bu 21 bölgede tren yollarına yakın yerlerde öğretmen yetiştirmek için okullar kurulacak ve öğrenciler burada 5 yıl okuyup öğrenip köylerine öğretmen olarak geri döneceklerdi. Köylerin kalkınmasının sorumluluğu da o bölgenin içinden yetişmiş aydın köylülere emanet edilecekti. Yapılan planlara göre 1955-1956 öğretim yılı sonunda Türkiye’de okulsuz köy öğretmensiz okul kalmayacaktı. Okulların adını Enstitü koydular ve ana felsefe olarak da “Üretim içinde eğitim, eğitim içinde üretimi” benimsediler.

Bu makale ilginizi çekebilir:   Türkiye'de Yastık Altı Birikimler: Dolar ve Altın

Hasanoğlan Köy Enstitüsü

Anadolu’nun dört bir yanından 14 enstitüden gelen ortak öğretmen ve öğrenciler Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nü kurmak için gelecek nesillere fener olmak için gelmişlerdi. Yoğun çalışmalar sonucu altı ayda 20 bina inşa edildi ve Hasanoğlan Köy Enstitüsü artık büyük bir eğitim-öğretim yuvası olmuş ve eğitime başlamıştı.

Hasanoğlan Köy Enstitüsü

Öğrenciler her sabah erkenden kalkıp güne sabah sporu niyetine halk oyunlarıyla başlıyorlar, kahvaltıda kendi pişirdikleri ekmekleri tüketiyorlardı. Sabah 7.30’dan sonra serbest okuma saati başlıyordu. Her öğrenci bir yıl içerisinde 25 klasik eser okumak zorundaydı. Okuma saatinin ardından eğitim başlıyor, eğitim ezbere dayalı değil dersleri tartışarak deney, gezi-gözlem yoluyla işleyip öğreniyorlardı. Mesela matematik dersinde tuğlaların şekilleri, açıları, yüz ölçümleri hesaplanır, geometri yaşama geçerdi. Eğitim bittikten sonra tarım saati gelir ve enstitünün tarlalarına gidip ziraat marşı eşliğinde çalışırlardı.

Eğitimler

Ders saatlerinin dışında müzik, tiyatro, yüzme gibi haftalık eğlence programları hazırlayıp uyguluyorlardı. Öğrenciler aynı zamanda yönetimin içerisindeydi. Bütün enstitülerde cumartesi günleri sadece eleştiriye ayrılmıştı. Cumartesi günü okulun bütün öğrencileri, öğretmenleri ve müdürleri ile bir araya gelir geçen haftanın değerlendirmesini yapar yönetimi ve birbirlerini eleştirilerdi. Eleştirilen kişi savunmasını alanın tam ortasında herkesin gözü önünde yapardı. Kimsenin ayrıcalıklı olmadığı ve herkesi eşit olduğu öğretilir, böylede gösterilirdi.

İsmail Tonguç, enstitüleri teker teker gezip eksikleri tespit edip genelgeler yollayarak giderilmesini söylerdi. İsmail Tonguç bir genelgesinde kimsenin kimseden üstün olmadığını vurgulayan şu sözleri dile getirmiş ve tüm personellerin, çalışanların hepsinin üç kez okumasını istemiştir. “Hiçbir öğretmen, hiçbir öğrenciye el kaldıramaz, kötü söz söyleyemez. Eğer yaparsa öğrencinin de aynı şekilde mukabele etmesi hakkıdır.”

İsmail Tonguç

Hor görülen ağalara hizmetkarlık yapan çocuklar artık eğitim görerek büyüdü ve birkaç yıl sonra 8 bin genç öğretmen olarak köylerine geri döndüler. Türkiye’nin her yerine her bölgesine yayılıp kendi köylerini kendi çocuklarını eğitim öğretime teşvik edip onlarında aydın birere nesil olmasını sağladılar. Köy halkı ile beraber el ele okul yaptılar. İçini dizayn ettiler, tarımdan müziğe müzikten demirciliğe kadar hemen hemen her şeyden anlıyorlardı. Yaparak yaşayarak öğrendiklerini yaşatarak öğretiyorlardı. Köyler artık Mustafa Kemal ATATÜRK’ ün istediği, hayal ettiği gibi oluşmaya başlamıştı. Cahillikten aydın, kalkınmış topluma dönüşüyordu. Köylü gerçek anlamda milletin efendisi olma yolunda ilerliyordu. Taki köy enstitüleri siyasal çıkarlar uğruna kapatılıncaya kadar.

 

 

 

 

Feodal Yapı

Köylerin ağaları yeni gelen öğretmenleri kabul göremiyor, köy halkını aydınlatıp sahip oldukları bir nevi yerel iktidarlıklarının son bulmasından korkuyorlardı. Buna karşı köyde laflar çıkartıp enstitülerin öğretmenlerinin önlerine geçmeye çalışıyorlardı daha sonradan dönemin siyasi iktidar partilerine tehditler savurup köy enstitüleri kapatılmaz ise size oy yok diyerek kapatmaya zorluyorlardı.

Bu makale ilginizi çekebilir:   Türkiye'de Kobi ve Kobi Destekleri

İsmet İnönü çok partili sisteme geçmenin sözünü verdi fakat köy enstitüleri yüzünden oylarını kaybedecekti. Diğer taraftan da Sovyetler Birliği’nin Kars ve Ardahan’ı istemesi üzerine Cumhurbaşkanı İsmet İnönü Amerika’dan destek istedi. Bu desteği vermeye hazır olan Amerika bir şart koşuyordu. O da köy enstitülerinin kapatılmasıydı. Bir yandan parti içerisindeki baş kaldırışlar bir yandan da emperyalist dış güçlerden baskılar yüzünden bir karar vermesi gerekiyordu. İsmet İnönü’nün kararı köy enstitülerini bir anda kapatmak değil de revize etmeyi savundu ve öyle oldu. Köy enstitüleri kapatılmadı ama kuruluş amacının fazlasıyla dışına çıktı. Daha sonrada Hasan Ali Yücel’den sonra Milli Eğitim Bakanı görevini alan Reşat Şemsettin Sirer köy enstitülerini “köy öğretmen okullarına” dönüştürdü.

 

Köylü Milletin Efendisi Mi?

Mustafa Kemal ATATÜRK’ ün “Köylü milletin efendisidir.” sözleri hayata geçmek için başlandı, sürdü ve aydın öğretmenler yetişti. Öylesine iyi bir sistem kurulmuştu ki köylü çocuklar hayatın içinden hayata dair yaparak yaşayarak birçok şey öğrendiler. Tarım, balıkçılık, ziraatçılık, marangozluk, demircilik, sanat gibi birçok mesleği insanlığı öğreten bu şekilde ileri ahlaklı bir nesil yetiştirmeyi hedefleyen bir kitle yetişiyordu. Cumhuriyet’in en büyük adımlarından biri olan köy enstitüleri kısa sürede başarılı tamda istenilen kalkınmışlık seviyesinde ilerlerken sonunda ağaların, maddi gücün ve siyasi politikacıların çıkarları uğruna katledildi ve kapatıldı. Köy enstitüleri kapanmasaydı bugün 21. Yüzyıl da Anadolu kültürü almış Türk insanı şahlanacak, ülkedeki kalkınma köylerden başlayacaktı. Anadolu insanı zenginleşecekti. Bugün daha çok edebiyatçımız, müzisyenimiz, heykel tıraşımız, matematikçimiz, fizikçimiz, doğa bilimcimiz ve felsefecimiz yetişecekti. Ülkenin her bölgesi özünü kaybetmeden yetişecek, kalkınacaktı. Hâlen Van da, Diyarbakır da okula gidemeyen, gitmek için kilometreler kat eden çocuklar var. Hâlâ bir somun ekmeğe muhtaç köylülerimiz var ve hala resmi rakamlara göre 3 milyona yakın okuma-yazma bilmeyen vatandaşımız var. Eğer köy enstitüleri kapatılmasaydı bunlar yerine aydın, gelişmiş köylerimiz köylülerimiz olacaktı. Köy enstitüleri kapatılmasaydı Türkiye’nin en büyük sorunlarından biri olan köyden kente göç olmayacaktı. Bu eğitim yuvaları kapatılmasaydı belki de bugün Almanya’dan çok daha güçlü bir ekonomimiz olabilirdi. Kapatılmasaydı köylü gerçekten milletin efendisi olacaktı, olamadı…