Petrol savaşları

Petrol Savaşları ve Petrol Fırtınası

Petrol Savaşları

Bir damla petrol, bir damla kandan daha değerlidir.”

Bu vahşi cümle “niçin” böyle, gelin beraber bakalım.

İnsanlık, tarih boyunca çeşitli kaynakları enerji gereksinimini karşılamak amacıyla kullanmıştır. Kaynaklara ulaşma kolaylığı uygarlıkların yerleşim yerlerini belirlerken kaynaklarda yaşanan kıtlık, tarih boyunca yaşanan göçlerin itici gücü olmuştur. Bazı uygarlıklar ise çevrelerinde yeterince enerji kaynağı bulunduğuna inanmış, keşfettikleri enerji kaynaklarını devreye sokmamışlardır. Örneğin M.Ö. 3.yüzyılda, İskenderiyeli Heron’un buhar makinesini keşfedip tasarımını bile çizdiği, fakat bu buluşun, dönemin Mısır’ında bolca köle bulunduğundan hayata geçirilemediği ileri sürülmektedir.[1]

İnsanlık için enerji gereksinimi geçmişte olduğunu gibi şimdi ve gelecekte de dünyanın bir numaralı gündem maddesi olmaya devam edecektir.  Bu çerçevede, petrol, doğalgaz, kömür  gibi fosil yakıtlar başta olmak üzere, nükleer enerji ve alternatif enerji kaynakları günlük hayatımızı, bölgesel yaşantımızı ve küresel geleceğimizi şekillendirmede etkili olacaktır.

Dünya birincil enerji üretiminde bu kaynakların 2020 yılındaki toplam paylarının %88,5 olacağı öngörülmektedir. Bu tablo[2] içerisinde petrolün payı %37,9, doğalgazınki ise %28,5 olarak hesaplanmaktadır. İnternational Energy Outlook verilerine[3] baktığımızda petrolün yaklaşık 40-45 yıllık bir kullanım süresi olduğu düşünülüyor ki, bu durum ülkelerin üzerinde beyin fırtınaları yaptığı bir konudur.

Önümüzdeki 20 yıllık süreçte, fosil yakıtlardaki enerji talebinin %50’lik bir büyüme göstereceği, talebin bu boyutta gerçekleşmesinde asıl etkenin, başta Asya olmak üzere, gelişmekte olan ülkelerin gereksinimleri olacağı öngörülmektedir. Bu öngörüye göre sanayileşmiş ülkelerde beklenen artış %23 iken, gelişmekte olan ülkelerde bu oran %100’den çoktur.[3]

Bu enerji kaynakları içerisinde bir tanesi var ki, tarih ona bütün uzuvlarıyla sahip olmak isteyenlerin mücadelesiyle şekillenmiştir : “Petrol”

Petrol Fırtınası

Petrol 19. Yüzyılın sonu ile 20. Yüzyılın başında var olmuş bir olaydır. Petrol, insan hayatının her safhasında ve derecesinde etkisini, hem de ezici surette koymuş bir hammaddedir.  1880’den bu yana bu madde etrafından cereyan eden mücadeleler ve savaşlar bunun en bariz göstergesidir.

“26 Cemaziye’l-Evvel(Mayıs) 1908 tarihinde İran’da patlak veren ihtilalin sebebi nedir? Bir Rus Albayı nasıl olup da, emrine askerlik öğretilsin diye teslim edilmiş olan İranlı askerleri İran halkının üzerine sevk edebiliyor?”[5]

El cevap : O dönemde(20 yy.) asrın en kıymetli hammaddesi olan petrol sebebiyle. Petrol dünyanın en rakipsiz  ve en kudretli hammaddesi haline getirildikten sonra, yeryüzüne çıkarıldığı her yerde ihtilaller, çatışmalar, hükümet darbeleri birbirlerini kovalamış, petrole sahip memleketlerin halkları hiçbir zaman rahat yüzü görmemiştir.

İngiltere’nin 20 yüzyıldaki önemli siyaset adamı Churcill, 1936 yılında, Avam Kamarası’nda petrol ve İngiltere’nin menfaatleri üzerine müzakere edilirken, petrolün önemini çok net bir şekilde ifade ediyordu: “Bir damla petrol, bir damla kandan daha kıymetlidir.”

Ve yine 1. Dünya Savaşında Fransa’yı ve müttefiklerini zafere ulaştırmakta büyük hizmetleri geçmiş olan Clemanceau Amerika reis-i cumhuru Mr. Wilson’a gönderdiği bir telgrafta  aynen şunları yazıyordu :

“Eğer müttefikler harbi kazanmak istiyorlarsa; Fransa’nın kan’a muhtaç olduğu kadar petrole de muhtaç olduğunu bilmelidirler.”

Raif Karadağ Petrol Fırtınası kitabında petrolün dünya siyasetine hakim olduğunu, bu hakimiyet için nasıl bir acımasız ve çetin mücadeleler verildiğini daha detaylı ve çarpıcı bir şekilde anlatmaktadır. Özellikle de petrol tröstlerinin dünya siyasetini nasıl şekillendirdiği ve görünmez darbelerle ne tür sahneler kurdukları, bu sahnelerde hangi senaryoları nasıl oynattıkları dikkat çekicidir. Bu senaryolar ve oyunlardan en dikkat çekici olanı ise “Amerika Reis-i Cumhurunun” öldürülmesidir.

“1920 yılında Amerika’da iktidarda olan parti Cumhuriyetçi partidir. İktidar partisinin reis-i cumhuru, Amerika siyasetini gayet iyi bilen Mr. Harding’tir. Cumhuriyetçi Parti’nin seçim masraflarının tamamını Rockfeller’in kurduğu Standard Oil karşılamıştır. Bu bakımdan Standard Oil Amerika iç ve dış siyasetinde büyük nüfuza sahiptir. 1920’lerde bu şirket Amerika iç ve dış siyasetinin tamamını elinde bulundurmuştur. Bu noktada seçimlerde Standard Oil’in desteklediği Cumhuriyetçi Parti adayı Dr. Harding, reis-i cumhur olur olmaz, ilk iş olarak bu tröstün idarecilerinden ve tröst içinde geniş bir nüfuza sahip olan Mr. Hugheus’u Hariciye vekaleti müsteşarlığına getirdi. Bu tayin ile Standard Oil, bilfiil Amerika Birleşik Devletleri’ni Beyaz Saray değil, Standard Oil umumi merkezi Empire Bulding’te oturanların idare ettiğini söylemek, zannederiz ki büyük bir mübalağa değildir.”[6]

Bu fotoğraf göstermektedir ki, Standard Oil istediği ve desteklediği adayın kazanmasında bariz bir şekilde rol oynamıştır. Buna paralel olarak iç ve dış siyasetin şekillendiği en stratejik konumlara şirket politikalarını bilen ve hatta kendi adamlarını yerleştirmekte muvaffak olmuştur. Ancak bu fotoğrafın bir de devamı var.

Standard Oil, reis-i cumhur Harding’in yaşadığı 1923 yılına kadar Amerika Birleşik Devlet’lerinde hakim-i mutlak olmuştur.  Mr. Harding de bu tröstün bir icracısı ve ‘Emret Komutanım’ vasıtası olmuştur. Birinci Dünya Savaşına Almanya tarafından adeta çekilmeye zorlanan ve meşhur Monroe doktirinini terkeden Amerika, dünya siyasetinde tesirli bir güç ve kudretli bir devlet olmak istiyordu. Ancak Standard Oil’in, kendi menfaatleri etrafında yaptığı müdahaleler ile bunda başarılı olamıyordu. Bu müdahaleler, Amerikan dış siyasetinin zayıflamasına ve hedeflerinden uzaklaşmasına, dolayısıyla Mr. Harding’in harcanmasına yol açıyordu. Bu çerçevede Cumhuriyetçi Parti zaafa uğruyor ve Harding her geçen gün prestij kaybediyordu. Nihayet öyle bir an geldi ki Harding, Standard Oil’un müdahalelerine rest çekti ve sırtını bu dev tröste çevirdi. Ve bu andan itibaren ABD başkanı kendi kaderini kendisi tayin etmiş oldu.

Standard Oil, büyük masraflarla iktidara getirdiği bir zatın birdenbire sırt çevirmesine ve dünya siyasetindeki mevkinden uzaklaştırılmasına göz yummak niyetinde değildi…

Standard Oil,reis-i cumhura karşı mücadelesini sert fakat gizli bir şekilde yürüttü. Bu mücadele kısa zamanda tesirini gösterdi. Harding sanki her taraftan çembere alınmıştı. Etrafında itimat ettiği, güvenilir kimseler her geçen gün azalıyor ve kendi tabiriyle “etrafını ihanet şebekesi” sarıyordu.

Harding sonunda bir müddet Washington’u terk etmeye, ihanet şebekesinden kurtulmak istermişçesine kimseye haber vermeden uzaklaşmaya karar verdi. Birkaç yakını haricinde kimsenin haberi yoktu. Bu birkaç yakından bir tanesi Ayan azası Daughery idi. Harding’in Standard Oil’un icracılarından biri olan bu zatın bizzat yanına gittiği sonradan öğrenilmişti. Bir iki gün sonra Amerika’daki haber ajansları, gazetelerin telefonları harıl harıl çalıyor ve telgraflar dünyanın en uzak memleketlerine haberler ulaştırıyorlardı. Bu haber Amerika reisi Harding’in ölüm haberi…

“Reis-i cumhur neden ölmüştü? Gerçi ecelin önünden kimse kaçamazdı;fakat bu zamansız ölüm de normal kabuk edilemezdi. Ajanslar her ne kadar bu ölümde zehirli böcek ısırmasının etkili olduğunu söyleseler de, ölüm sırasında başkanın yanında Standard Oil petrol tröstünün ileri gelenlerinden birisi olan Daughtery’nin bulunması bir çok söyleme yol açmıştır.[7]

Mr. Harding’in bu durumu Makyavelli’nin bir tespinin dolaylı anlamda yansımasıdır. “Kötülüğü adamına yaptır, sonra adamını ortadan kaldır; seni kahraman bilsinler.”

Mr. Harding’in kaderi ne ilk kader, ne de son kaderdir. Başta petrol olmak üzere, enerji kaynakları üzerinde yaşanacak olan mücadele de ne ilk ne sondur.  Bir Amerikan başkanının başına bunlar gelebiliyorsa, yeniçağın “kan davaları, petrol davalarıdır.” diyebiliriz.

Petrol Fırtınası kitabından aldığımız pasajlar aynı zamanda bu konuda çok çarpıcı ve ürpertici bir senaryonun nelere muktedir olabileceğinin de işaretleridir. Bu olay, petrol mücadelesinde yaşananlardan sadece bir tanesidir. İngilizlerle Amerikalıların karşı karşıya gelişi, İran’da Rusların oynadığı oyunlar (şimdilerde Amerika), Almanların İran’daki faaliyetleri, Meksika’da ve Panama Kanalı etrafında yaşanan mücadele, çalınan petrol vesikaları, Suudi Arabistan petrolleri, Vahhabi isyanları, Petrol ve Osmanlı İmparatorluğu’nun kaderi, Türklerin petrol uğruna feda edilmeleri vs. başlıklar kitabın diğer bölümlerinden müteşekkil başlıklardır.

Dünyada akla gelebilecek her mücadele hammadde kaynaklarına bağlıdır. İnsanlar, yaşamak için kuvvetli olmak prensibini ilk ve ilkel yaşamdan bu yana anlamış ve güçlenmenin yollarını aramıştır. Dünyanın büyük güçleri, dün başka araçlarla sürdürülen bu mücadeleyi, çok daha ciddi ve güçlü fragmanlarla devam ettirmektedirler.

Sonuç cümlesi olarak, ne yazıktır ki “Bir damla petrol, bir damla kandan daha kıymettardır.”

Yazan:Mustafa KESKİN

akademikperspektif.com sitesinden alıntıdır.

Dipnotlar

  • 1] Örgen Uğurlu, Çevresel Güvenlik ve Türkiye’de Enerji Politikaları, Örgün Kitabevi, İstanbul, 2009, s.147
  • 2]Uğurlu, a.g.e., s.153
  • 3]İnternational Energy Outlook,  http://www.eia.gov/forecasts/archive/ieo10/pdf/0484(2010).pdf (Erişim Tarihi 16.06.2012)
  • 4]Uğurlu, a.g.e., s.154
  • 5]Raif Karadağ, Petrol Fırtınası, Truva Yayınları, İstanbul, 2008, s.13
  • 6]Karadağ, a.g.e., s.17
  • 7]Karadağ, a.g.e., s.20
Bu makale ilginizi çekebilir:   İklim Değişikliği Yası : Değişen İklim ve Psikoloji